Dünyadaki en iyi işlerden birine sahibim;
çünkü eğlenceli, enerjik,
yaratıcı ve açık fikirli
insanlarla çalışma şerefine nailim.
Yaşları genellikle 14-18 arasında oluyor.
Gerçekten çocukların, insanları
genç tuttuğuna inanıyorum
ve muhtemelen bu sebepten dolayı,
yetişkinlerin etrafındayken
bazen ne yapacağımı bilemiyorum,
kusura bakmayın.
Geleceğin öğrencilerine ilham vermek...
Ne yapmamız gerekir?
37 yıllık öğretmenlik deneyimi,
bana iki şeyin gerekli olduğunu öğretti:
araştırma bazlı öğretim teknikleri
ve ilişkiler.
İlişkiler çok geniş bir konu,
onu daha sonra konuşacağız.
Öncelikle tekniklere bir göz atalım.
Çoğunuz muhtemelen
öğretmen merkezli sınıfları hatırlarsınız:
bizim dönemimizde
uygulanan teknik bu şekildeydi.
Öğretmen önde merkezde dururdu,
öğrenciler düzgün sıralar hâlinde
oturur, aralarında konuşmaları yasaktı
ve otorite sahibi öğretmen,
öğrencilere bilgi yığıyor
ve öğrencilerin bu bilgileri
sınav kağıdına kusması beklenerek
öğretmenin söylediklerinin
ne kadarının hatırlandığı ölçülürdü.
Şimdi dürüst olmak gerekirse
ders anlatmayı seviyorum,
ama öğrencilerin
her zaman hoşuna gitmiyor;
her zaman ilham vermiyor.
Bu sebeple neyin gerçekten
ilham verebileceği üzerine kafa yordum.
Yıllar önce okulda
öğle yemeğinde nöbetçiydim,
kantinde tüm mevcudiyetimle duruyordum,
öğrencilerin kantin sırasına
girmelerini izliyordum
ve çocuklar sıraya girdiklerinde,
seçim yapmaktan
zevk aldıklarını fark ettim.
Bu yüzden kendime şunu söyledim:
"Joe, bu sınıfta da işe yarayabilir.
Bırak, çocuklar kendileri seçsin."
Öyle de yaptım.
Sınıfımı, öğrenci seçimlerinin
sınıfta önemli bir rol oynadığı
bir mekân hâline getirdim,
beraberinde, bazı
ilkeler de buna dâhil oldu:
İş birliği, iletişim,
eleştirel düşünebilme ve yaratıcılık.
Aslında bundan on yıl önce,
Ulusal Eğitim Derneği
bu ilkeleri, 21. yüzyılda öğrencilerin
öğrenmesi gereken
beceriler olarak sunmuştu
ve buna canı gönülden katılıyorum.
Listenin en başına,
öğrencilerin öğrenmesi gereken
beceriler yerine,
sınıf niteliği olarak
seçim hakkını ekledim.
Seçim derken,
öğrencilere çeşitli öğrenme
etkinliklerinin sunulmasını kastediyorum,
çeşitli öğrenme tekniği ihtiyaçlarını
karşılayabilecek bir sistem yani.
Bu, öğrencilerin kantinde seçim hakkına
sahip olmaları kadar hoşlarına gitti.
Evet,
bence bu şekilde öğrenmeye programlıyız.
İlkel hominid atalarımızın
yiyecek aradığını hayal edin.
Bu tüylü mamutları bulmak
ve onların izini sürmek,
sizce de eleştirel düşünme
ve problem çözme becerisi gerektirmez mi?
İş birliği ve takım çalışması
kesinlikle elzem.
Bu işi tek başınıza yapmak istemezsiniz.
İmkânı yok.
İş birliği de beraberinde
iletişimi getiriyor.
Bu insanların gece vakti
kamp ateşi etrafında oturduklarını,
o günün av maceralarını tekrar
tekrar yaşadıklarını hayal ettim.
Av maceralarını anlattıklarında
yüzlerinde bir tebessüm olmuştur.
Mağara resimlerini
duvarlara çizerken de
tebessüm ettiklerini biliyorum;
çünkü yaratıcılık,
insana has, zevkli
ve eğlenceli bir etkinlik.
Bu yüzden o beş ilkenin, insan beynine
programlanmış olduğunu düşünüyorum.
Bütün bu ilkeler
birbiriyle bağlantılı olduğu için,
çocuklar bu ilkelerle iç içe olduğunda
bireysel öğrenmenin oluşması
için ortam hazır demektir.
Sadece öğrenme de değil,
öğrenciler böyle bir
sınıf düzeninden zevk alacak
ve bu şekilde ilham almış olacaklar.
Bunun için -
Bu ilkeler ile oluşturulacak
bir sınıf düzeni için,
öğretmen odaklı sistem yerine
öğrenci odaklı sisteme geçiş gerekiyor.
Bunun için de öğretmenin kendisini
sınıf merkezinden, ön safhasından çıkarıp
sahnenin hâkimi olmaktansa,
bir rehber hâline gelmesi gerekiyor.
Böylece fırsatlar doğuvermiş oluyor;
yalnızca öğrenme konusunda değil,
aynı zamanda koçluk,
yol gösterici olma,
yetiştirme ve ilham verebilme
imkânı sunuyor,
işte bu yüzden çok seviyorum.
Molalara gelelim.
Bunların benim orijinal fikirlerim
olmadığını belirteyim.
Büyüklerimin adımlarını takip ediyorum.
Plutarkhos'u hatırlar mısınız?
Uzun zaman önce dedi ki,
"Zihin, doldurulması
gereken bir kazan değil,
tutuşturulması gereken bir ateştir."
Daha yakın bir geçmişte ise
Albert Einstein şunu söyledi,
"Eğitim bilgileri öğrenmek değildir,
zihni düşünebilmeye eğitmektir."
Pekâlâ, bana katlanmak zorundasınız.
Şimdi bir süre,
tüylerim diken diken olacak.
Hayatımın, profesyonel hayatımın
en heyecan verici anlarından biri,
birkaç yıl önce Albert Einstein ile
tanıştığımda gerçekleşti.
(Kahkaha)
Balmumu müzesinde
onunla karşılaşmam hayatımı değiştirdi.
(Kahkaha)
Efsane bir andı.
Büyüklerimin adımlarını takip ediyorum;
Montessori ve Piaget,
ve Purdue Üniversitesi'ndeki
biyoloji sınıfında, 1960'larda
bunların çoğunu gerçekleştiren
Dr. Sam Postlewait gibi büyüklerim.
Purdue Biyoloji Bölümünün bir ürünüyüm;
biyolojiye orada tutuldum.
Bu ilkeleri ta 1970'lerde,
lise biyoloji derslerinde uygulayan
Tom Watts ve Steve Randak gibi
büyüklerimin izindeyim.
İlkokul öğretmenlerinin
ve özel eğitim öğretmenlerinin
izindeyim.
Bana yol gösteren bütün
öğretmenleriminin ürünüyüm.
İş birliği, iletişim,
eleştirel düşünme, yaratıcılık
ve öğrenci seçimi,
nasıl gözüküyor?
Bu yolu izleyerek deneyimlediğim
bazı şeyleri sizlerle kısaca paylaşayım:
Lise birinci sınıf
biyoloji sınıflarını aldım
ve okul yılını 2-3 üniteye paylaştırdım.
Her ünitenin başında,
öğrencilere bir menü sundum
ve bu menülerin içerisine, seçebilecekleri
çeşitli etkinlikler ekledim.
Biraz zorlayıcı oldu,
çünkü bütün bu etkinlikleri listeledim
ve öğrenci, öğrenme şekline göre
hangi kombinasyonu seçerse seçsin
ve bunları hangi
sırada yapmak isterse istesin,
o ünitedeki gerekli hedeflere
her hâlükârda ulaşmış olacaklardı.
Eğlenceli oldu, kolay olmadı.
Ama çocuklar bayıldı.
Seçim hakkı olmaları hoşlarına gitti
ve çoğu zaman,
sınıfta olduğumu bile unutmuşlardı,
bunda sıkıntı yok.
Gerek olmayan -
Genelde her ünitede, iki etkinliği
yapmakla yükümlü değiller:
Birincisi ünite sonundaki test,
diğeriyse bilgisayardaki
eğitici sunumlardı.
Birçok yaz döneminde,
öğrencilerin çalışabileceği,
kişiye özel etkileşimli
bilgisayar sunumları hazırladım.
Bu sunumlar, ders anlatımı
yaptığım konuların yerini alıyordu.
Çocuklar yanıma gelip şunu söylediler:
"Öğretmenim, bu sunumları sizin ders
anlatımınızdan daha çok seviyoruz."
Sorun yok,
hiçbir sıkıntı yok,
mühim olan onların öğrenmesi.
Sıradan bir günde
sınıfımı ziyaret ederseniz,
öğrencilerin bilgisayar sunumlarıyla
haşır neşir olduğunu görürsünüz.
Büyük ihtimalle, çevrim içi sitelerde
etkinlik yapan çocuklar görürsünüz.
Sınıfın bir köşesinde,
kulağında kulaklıklarla
o ünitedeki konuyla alakalı
bir video izlerken
videodaki soruların cevaplarını not eden
bir çocuk da görebilirsiniz.
Eminim ki laboratuvar etkinlikleri
yapan öğrenciler de görürsünüz.
Bilim sergisi projeleri için
çalışmalarına tam gaz devam
eden öğrenciler de görebilirsiniz
ve kesinlikle,
sınıfın diğer bir köşesinde,
o ünitedeki biyolojik bir konuyu
onlara öğretmeyi hedefleyerek hazırlanmış
eğitici bir oyun oynayan
bir grup öğrenci de göreceksiniz.
Öğrencilerin bazı biyolojik terimleri,
zihinsel beceri ve uygulamalı alıştırma
öğrenceleriyle kavradığını da
görebilirsiniz.
Farklı bir köşede;
öğrencilerin kendi
gayretlerini değerlendirme,
daha önce öğrendikleri ile yeni
bilgileri birleştirme
ve öğrendiği şeyleri düşünme becerisi
üzerine tasarlanmış "yansıma formlarını"
doldurulduğunu gözlemleyebilirsiniz.
Birçok çocuğun çok sevdiği
başka bir etkinlik daha var.
"Sanat ve Eğlence" etkinliği.
Her ünite içeriğinde var
ve öğrenciler bu noktada,
o ünitede öğrendikleri bir kavram üzerine
evde bir proje sunumu hazırlıyorlar,
sonra ünitenin son gününde
sınıf arkadaşlarına sergiliyorlar.
Sanat ve Eğlence
geleneksel eğitime tezat,
tek sınır hayal güçleri.
Sınıfta bir şarkı seslendirebilirler,
skeç sunabilirler,
film olabilir,
hazırladıkları bir model
veya bir şiir olabilir,
o ünitede öğrendikleri
bir şeyi gösterebilecekleri
çağdaş bir yöntem.
Mesela biyokimya ünitesinde
bu iki genç hanımefendi,
atomlar için jelibonları kullanarak
bir klorofil molekülü modeli hazırlamayı
kendilerine vazife edindiler.
Bu iki genç hanımefendi, ikisi kardeş,
genlerinin yarısını annelerinden
ve diğer yarısını babalarından
aldıklarını göstermek için
bu yaratıcı yolu izlediler.
(Kahkaha)
Sevilmez mi bunlar!
Bu öğretme tekniği,
37 yıllık deneyimime göre
sadece etkili değil,
aynı zamanda eğlenceli,
çünkü o on bilgisayar filosuyla
takım öğretimi yaparken,
farklı öğrenci gruplarıyla birlikte;
iki, üç, dört, beş kişilik
öğrenci gruplarıyla oturma şansım oluyor
ve öncelikle onların başlattığı
sorulara cevap veriyorum.
Onların düşüncelerine
kulak verme imkânım oluyor
ve öğretmenlere sesleniyorum,
eğer bunu yaparsanız,
bütün bu durum bir çeşit
öğretmen paradoksu yaratacaktır.
Çünkü kendinizi merkezden çektiğinizde,
görünüşte öneminiz azalıyor,
ama öte yandan,
aslında öneminiz artıyor,
çünkü onların yanında rehber konumundayken
37 yıldır karşılaştığım en güçlü
öğretim tekniklerini kullanmaya
açık hâle geliyorsunuz.
Fi tarihinden kalmalar;
hangi tekniğin kullanıldığı mühim değil,
bu iki şey her daim işe yarar.
İki sevgiden bahsediyorum.
Birincisi; öğretmenin
dersine olan sevgisi ve tutkusu.
İkincisi; öğretmenin
çocuklara karşı içten sevgisi.
Öncelikle tutkudan bahsedelim.
Üçüncü sınıfla alakalı
aklımda ne kaldı bilir misiniz?
Ayşegül Tatilde'yi hatırlıyorum.
Çok ciddiyim.
Üçüncü sınıf.
Üçüncü sınıftaki sınıfımla alakalı
en iyi hatırladığım şey;
her gün, her öğle yemeğinden sonra,
öğretmenimiz 10-15 dakika boyunca
bizlere "Tom Sawyer"ı okurdu.
Ne macera ama!
Siyah beyaz televizyonlar vardı,
televizyonda çizgi filmler vardı,
ama bu bir başkaydı.
Miss Hershey'nin okumayı sevdiği aşikardı,
bizlere okumayı da çok seviyordu.
Tom Sawyer! Ne macera ama!
10 dakikalık okuma seansı sonunda,
Tom ve arkadaşlarına
ne olacağını öğreneceğim için,
bir sonraki günü sabırsızlıkla beklerdim.
Miss Hershey farkında mıydı bilmiyorum.
Ona çok öncelerinde
mektup yazmam gerekirdi.
Okuma konusunda bana şevk verdi.
Zihin buyrukları, zihin talimatları
emretmeyle kendini sınırlamazdı,
bu standart ölçme sistemiyle
öğrencileri zorlamazdı,
bu yüzden öğretmeye ve ilham
vermeye tamamen açıktı.
Onu daima hatırlayacağım.
Bende yeri çok büyük.
Çok önceleri, bir mektup yazmam lazımdı.
Diğer sevgiye gelelim.
Öğretmenin çocuklara olan sevgisi.
Aranızda öğretmen varsa, gerilmeyin.
Karışık, sıcak, duygusal
bir sevgiden bahsetmiyorum.
Hakiki, yönlendirici, o kişiyi ön planda
tuttuğunuz bir sevgiden bahsediyorum.
Sizi güdüler;
size güçlü bir şekilde ilham verir.
Bahsettiğim sevgi -
C.S. Lewis'in "Dört Sevgi"
adlı eserindeki sevgiden bahsediyorum.
Kendisi bunu, bilinen en güçlü sevgi olan
"kutsal sevgi" olarak tanımladı;
kişinin kendini feda ettiği sevgi,
diğerinin iyiliği üzerine
kurulu tutkulu bağlılık.
Bu tür bir sevgi her zaman duygusal olmaz,
ama daima yönlendiricidir.
Öğretmenler!
Sizlere müthiş bir haberim var!
Çocuklar sevimli olmadığında da
onları sevebilirsiniz demek bu.
Böyle bir şey hiç oldu mu?
Çünkü bu sevgi türü duygusal değil,
yönlendirici bir sevgi
ve kişiyi güçlü yönden
güdülüyor ve ilham veriyor
ve fi tarihinden kalma.
Öğretmenlere sesleniyorum,
sağlam bir ders planı çok önemli.
İyi hazırlanmış, istikrarlı
bir disiplin önemli.
Teknolojinin etkin kullanımı önemli.
Standartlar önemli,
ama lütfen bunların yaratıcılığı
öldürmesine müsaade etmeyin.
Bunların hepsi önemli,
ama her şeyden önce,
çocukların gelecekte hatırladığı
siz olacaksınız.
Altıncı ilkeyi unutmayın:
Önemsemek.
Öğretim sisteminin en etkili, en güçlü
ve en ilham verici yöntemi bu;
dikkatlerini çekip, onları heveslendirip,
onlara ilham veriyorsunuz.
Onların hatırında kalacak şey,
sizlerin öğrencilerin gözünün içine bakıp
okul dışı hayatlarıyla,
yarı zamanlı işleriyle alakalı
sorduğunuz şeyler olacak.
Hiç unutmayacakları şeyse,
okul koridorunda onlara
nasılsın diye sormanız olacaktır.
Okulun ilk haftalarında,
ilk günlerde herkesin ismini
öğrenmek için gösterdiğiniz
çabayı unutmayacaklar.
Onların spor müsabakalarına,
konserlerine gitmiş olduğunuzu
asla unutmayacaklar.
Bütün sınıfı hep bir ağızdan,
"Doğum günün kutlu olsun,"
şeklinde detone bir şekilde
yönlendirdiğinizi unutmayacaklar.
Öğrencileriniz gazeteye çıktığında,
gazete küpürünü kesip,
çerçeveletip duvara astığınızda
ve onların imzasını istediğinizde
ve onlara günün birinde,
bu imzaların çok değer kazanacağını
ve emekliliğinize yatırım olduğunu
söylediğiniz zamanları unutmayacaklar.
(Kahkaha)
Onlara karşı açık olduğunuzu,
gerçek olduğunuzu
ve kendinizle alakalı şaka yapabildiğinizi
ve onlarla gülebildiğinizi unutmayacaklar.
Gerçekten mühim olan nedir?
Öğrencileri nasıl heveslendiririz?
Onlara nasıl ilham veririz?
Öğrencilerin kendi seçimleriyle,
iş birliği ile,
iletişimle, eleştirel düşünme becerisiyle
ve yaratıcılıklarıyla sınıfa dahil
olmalarına müsaade edin.
Ama altıncı ilkeyi asla unutmayın.
Bunların arasında en mühim olanı o,
çünkü sevgi her şey demektir.
Teşekkürler.
(Alkış)