-
İnsan olma deneyimine girmek, büyük bir unutma haline girmektir.
-
Koşulllanmış zihnin perdesi, özünde kim olduğumuz gerçeğini gizler,
-
bizi ayrıştırır, sınırlar ve şüphe dolu bir dünyaya hapseder.
-
Peki, kimsin gerçekten? Sadece bedende yaşayan,
-
hayatı bir şekilde devam ettirmeye, mutluluğu bulmaya çalışan ve acı çekmekten kaçınan bir zihin misin sadece?
-
Ya da tamamen başka bir şey... çok daha derin bir şey... ebedi bir şey
-
Kelimelerle açıklanamayan bir şey. İdrak edildiğinde gerçek huzur,
-
gerçek doyum getiren bir şey. Burada zihin perdesinin ötesine,
-
düşüncelerin ve duyumların ötesine bakacağız.
-
özünde kim olduğumuz gerçeğini bulmak için.
-
Şu halde zihin nedir?
-
Tarih boyunca bu soru sayısız kere sorulmuştur.
-
İnsanlığın en eski spiritüel ve bilimsel araştırmalarından itibaren insan zihni
-
farklı kültürlerde çeşitli şekillerde kavramsallaştırılmış ve anlaşılmıştır.
-
İnsanlar, felsefe, psikolojik ve bilimsel teorilerle birlikte
-
direk sorgulama yöntemlerinden faydalandılar zihnin sırlarını çözebilmek için ...
-
Zihnin ve bedenin ötesinde kim olduğumuzu bulmak için. Genelde zihni,
-
beyin gibi kafanın içinde olan bir şey gibi düşünürüz; düşünme ve
-
bilişten ile ilgili alan. Ancak zihin bundan çok daha derindir. Zihin aslında düalitedir.
-
Aynı zamanda Maya veya yanılsama olarak da bilinir. Aynı zamanda ego olarak da bilinir.
-
Latince'de ego kelimesi basitçe "ben" anlamına gelir. "Ben" algısı bir şeyle sınırlandığında
-
bu Maya'dır, yanılsamadır ama sınırsız olduğunda... bilinç olduğu gerçeğine
-
uyandığında, içinde tüm fenomenlerin ortaya çıkıp kaybolduğu bilinç
-
o zaman artık ayrı bir "ben" ile özdeşleşme yoktur.
-
"Ben" kelimesinin gerçek anlamı sonsuz farkındalık, sonsuz bilinçtir.
-
Var olan tek "ben" ya da tek Benlik budur. Ancak, çoğumuzda olan şu:
-
benlik algımız, hayat denen deneyime...
-
düşünceler, imgeler, duygular ve daha birçok şey ile o kadar iç içe girmiş ki... Kendimizi özünde
-
ve aslen olduğumuz gibi algılamayız. Ama kendimizi modifiye olmuş halimizle tanıyoruz...
-
insan olma deneyimin içine karışmış halimizle. İşte gerçek ve tek Benlik yani sonsuz farkındalık,
-
sonsuz Bilinç ile deneyiminin birbirine karışması sonucunda
-
hayalı ben oluşuyor. Gerçek olmayan "ben" e ego veya ayrı benlik deniyor.
-
Ego bir fikirdir; çok güçlü, çok sağlam, çok ısrarcı.
-
Bir şahıs olduğumuz düşüncesidir. Ayrı bir bedende, ayrı bir zihinde ayrı bir varlık.
-
Hatta sadece beden zihin olduğumuzu düşünürüz bazen. Ego, zihnin bir parçasıdır.
-
Çok küçük yaşlarda oluşmaya başlar; benlik algısı verir bize. Diğerlerinden ayrı bir ben hissi.
-
Ego kelimenin tam anlamıyla aslı olmayan uyduruk bir varlıktır; gerçek değildir ve
-
beden olarak tanımladığımız şeydir. Zihnin ayrı olduğunu düşünen bölümüdür.
-
Ego, kişisel benlik algısıdır, gerçek benlik değildir.
-
Tamamen hayali bir ‘ben’ hakikatte ‘kim olduğum’ değil.
-
Nihayetinde kim olduğum daha derin, bu derinlikteki var oluştur, hep var olan mevcudiyettir.
-
Düalist zihin iki temel unsurdan oluşur... gözleyen ve gözlenen.
-
Dünya duyumlardan, algılardan ve egosal tercihlerden oluşur
-
algısı var. Bununla beraber, ayrı bir "ben" olduğu hissi var;
-
gözleyen bir ‘ben’. Uyanış bu düalitenin farkına varmaktır ...
-
‘gözleyen ile gözlenen bir’ gerçeğine uyanmaktır. ’Özne ile nesne bir’ gerçeğine.,
-
Ve ezelden beri her an her yerde var olan farkındalığı idrak etmektir.
-
Küçük çocuklara bakarsanız, küçük çocukların egosu yoktur.
-
Hayata iştirak ederler adeta. Bir coşku halindedirler, canlı, neşeli
-
çünkü dünyadan ayrı değiller.
-
Doğduğumuzda bağımlıyızdır ve henüz kavramsal düşüncelerimiz yoktur.
-
Büyüdükçe kavramlar ögrenir, öz farkındalık denilen yeteneği,
-
yaptıklarımız üzerinde düşünme kabiliyeti geliştiririz bağımsız bireyler olabilmek adına...
-
İşte bu düşünme işlemi içsel kimlik haline gelir.
-
Egonun oluşumu doğumdan kısa bir süre sonra başlar. Nihayetinde "ben" veya "kendim"
-
olarak adlandırdığımız kişisel bir kimlik geliştirmeye başlarız. İnsan gelişiminde
-
ayna evresi, çocuğun aynada kendini fark ettiği aşamadır,
-
genellikle 6 ila 18 aylıkken. Ve bu, egonun oluşumunun sadece bir kısmıdır,
-
kendini özdeşleştirmek yoluyla oluşumunun. Tabii bu, egomuzu aynadaki
-
karakterden alıyoruz anlamına gelmiyor. Sosyalleşme sürecinin, koşullanmanın bir ürünüdür Ego.
-
Zira çevremizdekiler bize ayrı bir kişi, ayrı bir "ben" olarak davranmaya başlar.
-
Böylelikle, "ben" duygusu ile özdeşleşmeyi öğreniriz; bedenimizde ortaya çıkan duyularla,
-
dış dünyanın algılanması, kavramsallaştırılması yoluyla. Zihin böler,
-
bir şeyleri diğerlerinden ayırır, sonra bu şeylere karşı tercihler geliştiririz.
-
Bazı şeyleri severiz, bazılarını sevmeyiz. Bu "ben", zamanla
-
birey olarak ayrı ve özgün kimliğimiz haline gelir.
-
Kim olduğumuza inandığımızın hikayesi budur.
-
Ve bizimle vücut bulan bilinç de buna inanmaya başlar, küçük yaşlardan,
-
çocukluğumuzdan itibaren ve bizimle büyür, bir kişi olduğumuza tamamen
-
ikna oluncaya kadar. İnsanlar büyüdükçe, ergenliğe ve yetişkinliğe doğru
-
ilerledikçe bir ayrılık fikri geliştirirler; kafalarının içinde yaşayan "ben" olduklarına inanırlar.
-
Böylece, ayrı egolar haline gelirler; hep bir şeyler isteyen,
-
hep bir eksiklik duygusuyla yaşayan, duydukları eksiklikleri telafi etmek için
-
bir şeyler biriktirme arzusunun egemen olduğu bir hayat süren.
-
Tüm sorunlara, tüm problemlere neden olan zihindir. Zihin,
-
ayrılık yanılsamasının tümünü yaratan bir güçtür...
-
'dünyada yaşayan bir kişiyim' yanılsaması veya görüntüsünün tamamını
-
Deneyerek doğru olduğunu görebiliriz ki yaşadığımız her
-
psikolojik acının temelinde bu ‘ayrı kişi olma’ inancını, her zaman
-
bu ayrı varlık olma inancını buluruz. Hiçbir istisna yok, istisna yok.
-
Fiziksel acıdan bahsetmiyorum, ama psikolojik acı kesinlikle gereksizdir
-
bu ayrı yani görünüşte ayrı beden- zihin olduğu inancından
-
kaynaklanır. Zira bütünden kopmuş parçalar gibiyiz,
-
birbirinden kopmuş ve birbirinden çok uzaklara yayılmış
-
yapboz parçaları gibiyiz. O yüzden "bir şeyler eksik",
-
"bir şeyler doğru değil" hissi var. Zihin aşılmaz bir engel gibi görünüyor.
-
Zihinle nasıl başa çıkabiliriz? Zihnin sonu yok gibi görünüyor.
-
Aklı kullanarak zihni fethetmeye çalışmak hiç bitmeyen bir mücadele yaratır.
-
Çizmelerini çekerek kendini yukarı kaldırmaya çalışmak gibi bir şey.
-
Ego harap olmuş, kaybolmuş ve kafası karışmış hisseder,
-
hayatın hiçbir anlamı olmadığını. Ve sürekli arayışta olan zihin mücadele ederken,
-
şair St. John of the Cross'un Ruhun Karanlık Gecesi dediği şeyi yaşarız. Bu,
-
rüyadan uyanma sürecinin gerekli bir bölümüdür. Arayışı ve arayış içinde olanla özdeşleşmeyi
-
bırakarak ancak, yaşamla doğrudan bir olabiliriz.
-
Hayatımda iyi bir yerdeydim. Spiritüel arayıştan bir nevi vazgeçmiştim...
-
Pes ettiğim için falan değil, gerçekten aranacak başka bir şey olmadığı için.
-
Aydınlanma arayışında değildim. Bir uyanış aramıyordum.
-
Huzur arıyordum, mutluluk arıyordum ve anladım ki tek yol var:
-
olana teslim olmak. Hayat benim öğretmenimmiş meğer. Çok, çok, çok uzun yıllar süren arayıştan
-
sonra her şey yıkıldı. Kendim olarak bildiğim ben yapısı yıkıldı.
-
Salonda oturuyordum ve birkaç hafta boyunca içimde
-
bir tür büyük bir ıssızlık olmaya başladı. Yani bu beklenmedik bir şeydi,
-
bu uçsuz bucaksız karanlık iç manzara... bir çeşit terk edilmişlik... varoluşsal terk edilmişlik
-
hem de yaşamın kendisi tarafından ve zihnimdeki hareketlenmeleri fark ettim,
-
zihnimin içimdeki bu karanlık manzaradan nasıl kaçıp uzaklaşmak istediğini. Ve kendime sordum:
-
"Acı çekmenin anlamı ne? Acının doğasında ne var?
-
Acı nasıl sona erebilir?"Ya da belki sona ermiyor ve bu soruda ortaya çıkan şey,
-
olduğum yerden hareket etmeme, o karanlık manzaradan uzaklaşmama isteğiydi
-
ve benim sonum anlamına gelse bile buna teslim olmak geldi içimden.
-
Ve sonumun gelmesi ne demek onu da bilmiyordum, bir tür biliş olarak ortaya çıktı
-
ama henüz bilinçli değildi ve o anda beklenmedik bir şekilde benlik yapısı çöktü,
-
tamamen yok oldu. Sanki ‘ben kimliği’ öldü ve şaşırtıcı bir şekilde
-
ben ve yaşam arasındaki ayrılığı sona erdiren yaşamın kendisiyle bir birleşme oldu.
-
Ve o andan itibaren idrak ettim ki, ‘Ben ve hayat biriz’. Ayrılık yok...
-
Hepsi zihin dalgalanmalarında. Ve bu noktadan sonra,
-
mutluluk (Amoda) bulmak adına kurban kimliği üzerine inşa edilmiş o yapı yıkıldı; sadece
-
koşulların kurbanı değil, aynı zamanda hissettiklerimin kurbanı; duyguların kurbanı,
-
düşüncelerin kurbanı ve bu nedenle sürekli olarak onları değiştirmeye; düşünceleri değiştirmeye,
-
duyguları değiştirmeye, daha iyi hale getirmeye çalışmak, daha pozitif, daha coşkulu hale
-
getirmeye çalışmak... bu sona erdi. Ve kurban kimliği gidince sanki yeniden doğmuş gibi oldum.
-
Böylece öldüm ve ölümle yeniden doğdum. Algılarımı kapatmış tüm perdeler iniverdi sanki;
-
Amoda kimliği üzerine kurulmuş algılarımı yani hikayesiyle, düşünceleriyle, inançlarıyla,
-
deneyimleriyle ‘ben’ temeline oturtulmuş algılarımı kapatan tüm perdeler çözüldü. Çırılçıplak oldu,
-
tamamen savunmasız. Hep öyle kaldı, o zamandan beri hiç değişmedi.
-
Budizm'de ilk Yüce Gerçek, ıstırabın olduğudur.
-
Zira koşullanmış zihnin doğasında var tatminsizlik. Dukkha, diğer bir değişle
-
zihinde var olan kronik tatminsizlik, yalnızca fiziksel ve duygusal acıya neden olan tatminsizlik değil,
-
aynı zamanda daha derin tatminsizlik biçimlerini de kapsar: her şeyin geçici olması,
-
dünyevi arayışlarda kalıcı tatmin bulamama gibi
-
Gerçek mutluluk ya da doyum, dış dünyada hele de maddi şeyler arayarak bulunamaz.
-
İşler düşündüğümüz gibi gittiğinde bile, Her şeyi usulüne uygun
-
yapıyor olsak bile -iyi bir insanız, güzel ilişkilerimiz, başarılı kariyerimiz var-
-
o zaman bile derinlerde yatan ve sürekli bizimle olan ‘hala oturmayan bir şeyler var’ hissi taşırız.
-
Eksikliğini duyduğumuz, doğru bir şekilde algılayamadığımız bir şey
-
ve buna ne kadar yakından bakarsak o kadar canlı, o kadar belirgin hale gelir.
-
Bu yüzden sık sık söylediğim şey: uyanış sürecindeki ilk adım
-
acı çektiğimizi kabul etmektir. Acı çekme hissini şöyle özetleyebiliriz:
-
hayatım hiç yolunda gitmiyor ya da belki ben doğru yolda değilim.
-
Ama bu, rahatsız edici bir his... Rahatsız edici olması bir lütuf zira
-
bizi hayal bile edemeyeceğimiz yerlere götürebilecek bu sorgulamaya götürüyor.
-
İnsanlar neden acı çekiyor? Fiziksel acıdan bahsediyorsak, şunu anlamalıyız ki,
-
fiziksel acı çekmemizin bir nedeni var. Fiziksel acı
-
genetik olarak miras aldığımız bir koruma aracıdır. Hiç acı çekmeseydik,
-
sürekli bir şeylere çarpardık, sülfürik asit içerdik ve
-
bedenimiz uzun süre dayanmazdı. Psikolojik acının nedeni farklı.
-
O da şu: "yanlış yapıyorsun". Yani psikolojik acı sorun değil,
-
çözümün başlangıcıdır. Psikolojik acı, yaptığımız diğer bir yanlışlık hakkında
-
yani ayrı bir insan olduğumuza inanmak hakkında bize bir ders veriyor.
-
Bu bir hata... Hataların en büyüğü. Bu, ilk günahtır;
-
göklerin krallığından, cennet bahçesinden kovulmamıza sebep olan ilk günah.
-
Günah kelimesinin orijinal anlamı "amaçlanan hedefi başaramamak" tır.
-
Egosal bilinç, sürekli olarak hedefi kaçırdığımız patolojik bir zihin durumudur.
-
"Düşüş" ün anlamı budur. Bilgi ağacının meyveleri -iyi ve kötü- üzerine,
-
düşünceler üzerine odaklanmış bir haldeyiz.
-
Düalist zihin, algıladığımız form dünyasına şekil veren olgulardan oluşur
-
yani duyumlardan, algılardan, bencil tercihlerden ve bu
-
gözleyen ayrı bir "ben” var algısından. İşte
-
ego ile özdeşleşmenin temelınde yatan bu "ben" düşüncesidir.
-
Her ne yaşıyorsak onu yaşayan bu "ben". Üzgün, endişeli ya da
-
yalnızsam, bu deneyimi yaşayan bu "ben". Eğer seninle konuşuyorsam,
-
konuşan bu "ben". Eğer dünyayı görüyorsam, dünyayı gören de bu "ben".
-
Böylelikle tüm yaşamımız bu "ben" etrafında döner.
-
Yaşadığımız tüm deneyimlerde merkezi karakter "Ben" dir. O yüzden yapılması gereken asıl sorgulama...
-
Uyanışın ön koşulu, gerçekte olduğumuz "Ben" in veya
-
benliğin doğasını keşfetmek, onu tanımaktır.
-
Budizm'in en saygı duyulan öğretilerinden biri olan Kalp Sutrasın’da şöyle yazar:
-
Kurtulmak için düalist zihnin bu mekanizmasının tamamının boş olduğunu, zihinde ben diye bir şey
-
olmadığını fark etmemiz gerek. "Ben" düşüncesinden vazgeçildiğinde, düalitenin kendisi de çöker.
-
Form tamamıyla boşluk olarak, boşluk tamamıyla form olarak görülür.
-
Samadhi durumunda, boşluk doluluk olarak dans eder,
-
durgunluk hareketin; sessizlik sesin özündedir. Hayat doğrudan deneyimlenir,
-
zihin süzgeci aracılığıyla değil. O zaman bilgi ağacının meyvelerinin peşinden gitmeyiz artık
-
iyilik kötülük diye bir şey kalmaz. Dünyayla eskisi gibi ilişki kurmadığımızda,
-
bu, kurtuluştur, özgürleşmedir, acının, ıstırabın sona ermesidir.
-
‘Benim’ inancına sahibiz -benim zihnim, benim cehaletim, benim egom-
-
çünkü kendimizi ayrı tutan bir bakış açısı ile görüyoruz her şeyi ve
-
biliyor musunuz bu normal başlangıçta, yani bu şekilde göreceksiniz. Ama
-
gerçekte durum farklı. Gerçekte sadece yaşam var. O kadar. Eylemde olan yaşam. Saf bir şekilde akıyor.
-
O halde acı çekmek, yaşama karşı dirençtir; ‘Evet’imize karşı direnç,
-
‘Hayır’ımıza karşı direnç, görünen, vuku bulan her şeye karşı durmaktır,
-
çünkü kendimizi ayrı hissediyoruz. Ve uyanış,
-
işte bu ayrı olma fikrine son vermektir.
-
Zihindeki egosal direnci, tüm enerjinin evrende nasıl hareket ettiğini gözlemleyerek
-
anlamaya başlayabiliriz. Anlamanın bir yolu,
-
Lichtenberg figürü adı verilen şeye bakmaktır. Lichtenberg figürü,
-
yüksek voltajlı elektrik boşalması maddelerden geçtiğinde ortaya çıkan şekildir.
-
Elektrik boşalması, dallanmış ağaç benzeri kanallar şeklinde desen oluşturur.
-
Burada elektrik odunun içine gidiyor. Bu örnekte Lichtenberg figürü,
-
beş milyon voltluk hızlandırıcı kullanılarak trilyonlarca elektronun
-
akrilik bir blok içine enjekte edilmesiyle oluşturulmuştur. Tüm fiziksel maddeler,
-
bu durumda akrilik blok, enerjinin direnmesi veya yavaşlamasıdır.
-
Fırtınada, havanın direnci iletken kanalın oluşumunu ve akım akışını etkiler.
-
Enerjinin yarattığı ağaç benzeri desenleri gözlemlediğimizde,
-
enerjinin zaman içinde ortamda izlediği yolu görüyoruz.
-
Ağaç benzeri bu desenler veya dallanma şekilleri,
-
mikrodan makroya kadar doğada var olan her şeyde ve her ölçüde bulunur.
-
Evrenin dokusu bir biçim oyunu, bir direnç oyunudur;
-
kendisiyle bir tür saklambaç oynayan dev bir zihin. Samskaralar yani bilinçdışı örüntüler,
-
yaşanılan deneyimin yükü ağır, enerjisi yoğun olduğunda meydana gelir. Enerjiler bir araya gelir ve
-
"Ben" düşüncesi ortaya çıkar. Direnç ortaya çıkar. Direnç olmazsa, enerji sadece içinden geçip gider...
-
Hayat içine akıp gider. Ama direnç olduğunda, "ben" ortaya çıktığında,
-
enerji dallanır ve bilinçaltında yeni yollar, yeni örüntüler yaratır.
-
Bu örüntüler kendi kendilerine çalışır, gölgelerde saklanır,
-
tekrar ortaya çıkana ve bilinçli olarak bütüne entegre olana kadar büyür.
-
İlk hatırladığım şey şu: Gerçekten korkmuştum ve neden korktuğumu bilmiyordum ve
-
bir anda bir şeyler ters gidecek gibi hissediyordum ve
-
bu his tüm hayatım boyunca devam etti ve 20'li yaşlarımda yoğunlaştı
-
Ve dört çocuğum olmasına rağmen ağır bir depresyona girdim.
-
Ve sonunda arayışa girdim. Yaklaşık üç dört yıl boyunca bir şeyler aradım ama
-
aradığım şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Uyanış ile ilgili hiçbir şey duymamıştım,
-
uyanmanın ne olduğunu bilmiyordum. Ve zamanla netleşmeye başladı:
-
Aradığım her ne ise onu dışarda bulamayacaktım. O zamanlar iyi bir ailem, iyi bir işim vardı;
-
herkesin isteyebileceği her şey. Ama yine de içimde ciddi bir boşluk vardı ve
-
nihayet yaşadığım depresyondan kurtulup iyileşme yolları ararken meditasyonu keşfettim
-
ve içine daldım, Biraz huzur buldum, biraz rahatladım ve hayatımda
-
ilk kez o korku, o dehşet hissi bir an için kayboldu,
-
sadece bir anlık ilk olarak o anda. Böylece, ne olduğunu, bu değişikliğin nedenini
-
ve o korku hissinin neden geri geldiğini bulmak için elimden gelen her şeyi yaptım.
-
Değişik spiritüel yolları araştırmaya başladım ve
-
bu uyanış, aydınlanma terimiyle karşı karşıya geldim.
-
Bunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. Nihayet, 15-20 yıl sonra şunu fark ettim:
-
Artık düşüncelerimize inanmadığımız zaman uyanmaya başlıyormuşuz. Düşünceler hala
-
devam edebiliyor ama korku, düşüncelerime inanmaktan, sadece yaşamını sürdüren
-
bir kişi ya da biri olduğuma inanmaktan ve bundan çok daha fazlası olduğumu görmeye başlamaktan
-
geliyordu. Ben sonsuzum. Bu gerçekliğin oturması 5 yıldan fazla sürdü. Onu anlatacak daha iyi bir kelime yoktu.
-
Ve onu bloke eden her şeye bakmak, her şeyi ele alıp incelemek zorunda kaldım.
-
Yeterince iyi bir ebeveyn olamama duygusu, içimin derinliklerindeki
-
bu yetersizlik hissi... Buna gerçekten bakmam, bunu araştırıp üzerinde düşünmem gerekti.
-
araştırıp üzerinde düşünmem gerekti. Ve nihayet huzur geldi kendiliğinden,
-
çabasız ve bir daha da gitmedi. Beraberinde sevgi, neşe ve bazen de eksiksiz mutluluk da geldi.
-
Her şeyin yolunda olduğuna dair derin bir his, kendimi evde hissetmek, güvende hissetmek,
-
kendimi sevebileceğimi hissetmek, kendimi sevmek benim için daha önce mümkün olmayan bir şeydi.
-
Birçok insan bir anlık uyanır ama sonra tekrar uyku haline geçer.
-
Bir yakalar bir kaybeder. Oyun gibi adeta. Uyandım ama şimdi
-
zihin geri geldi. Uyanış gerçek anlamıyla idrak edilmediği zaman olur bu.
-
Samadhi (Aydınlanma) durumuna ulaşıldığında tatlı bir keyiflilik hali olur; canlılık, mutluluk olur.
-
Zihin- bilinç akışında diğer bir değişle algıda değişiklik olur, bir rahatlık,
-
bir özgürlük duygusu gelir. Ve insan doğal olarak bu durumu özünde kim olduğu
-
gerçeğiyle karıştırır. Bir anlık uyanış yaşadıktan sonra insan çoğu zaman
-
daha üst boyutlar, deneyimler aramaya başlar. Zaten mevcut olan farkındalığı görüp
-
asıl doyumun kaynağının bu farkındalık olduğunu idrak edemez. Hakikatte kim olduğumuz gerçeği
-
geçici bir durum veya deneyim değildir. Olaylar gelir ve gider ama geriye kalan,
-
özümüzde var olan farkındalıktır, her zaman VAR OLAN.
-
Spiritüel boyut veya deneyim aramayadevam ederseniz, sonunda ‘arayışta olan’ daha da güçlenecek ve
-
siz gerçeklerden daha da uzaklaşacaksınız. Arayışta olan, daima hedefi kaçırır
-
zira geçici olanın peşinden koşar tıpkı geçici haz arayan uyuşturucu bağımlısı gibi
-
ve tıpkı bağımlı gibi, sahte bir arayış içinde olan da her zaman
-
kriz noktasına veya başarısızlık noktasına gelecektir.
-
Hayat, bağımlılık yaratan davranış örüntülerinden oluşan bir şenlik yeridir ve bunu söylediğimde
-
sadece alkol ve nikotin gibi maddelere bağımlılıktan bahsetmiyorum. Toplumda hâkim olan her şey
-
bağımlılık yapan davranış kalıpları haline gelir;
-
Realite televizyon bağımlılığı, ünlülerin hayatına bağımlılık, bir ayakkabı daha alma bağımlılığı …
-
Peki neden? Bunun nedeni şu: Son derece anlamsız ve
-
doğaya aykırı bir şekilde yaşadığımız hayattan kaçıp kurtulmanın bir yolunu bulmaktır.
-
Ama nasıl kaçıp kurtulacağımızı bilmiyoruz, o yüzden bağımlılıklarla telafi etmeye çalışıyoruz.
-
Oysa gerçekliği anlamak özü itibarıyla ayrıcalık sağlar: hayatımızı doğallaştırır,
-
hayatın ritim ve akışıyla, doğanın işleyişiyle daha uyumlu hale getirir.
-
Böyle olunca artık bağımlılığa gerek kalmaz daha doyumlu, daha sağlıklı,
-
genel anlamda daha iyi hayatlar yaşarız;
-
‘senin hayatın sana, benim hayatım bana’ gibi çarpık bakış açısı olmadan.
-
İnsan aklının düşünebileceği, doğaya en aykırı şeylerden biridir bu görüş.
-
Bahçemdeki elma ağacındaki çiçek gibi, ‘bu benim yaşamım' diye düşünüp
-
'sonsuza kadar hayatta kalmam lazım' demesi gibi bir şey bu. Çiçeğin arzusu
-
gerçekleşse ne elma kalırdı ne elma ağacı.
-
Gerçeği anladığımızda, doğal olarak ego merkezli bir yaşamdan,
-
istek, arzu, nefret örüntülerini sürekli olarak besleyen bir yaşamdan,
-
daha doğal, daha akışta olan bir yaşama geçiş olur.
-
Ve belki belli bir noktadan sonra bu fikir yeterli gelmeyebilir
-
o zaman da spiritüel arayışa başlarız ya da belki ondan önce bazı psikolojik araştırmalar yaparız.
-
Sonra, bir an gelir, sen ben ayırımı yanılsamasının ötesini görmeye hazır oluruz.
-
O zaman da manevi arayış diğer bir değişle bilinçli bir spiritüel arayış başlar.
-
Çünkü spiritüel arayış, spiritüel arayışta olduğumuzun farkına varmadan önce başlayabilir.
-
Bilinçli olduğunda, yaşamı, olanı artık savaşılacak bir şey olarak değil,
-
uyanmak için bir davet olarak görebiliriz.
-
Böylece hayata daha açık olmaya başlarız.
-
Ayrıca acı çekmek, içgörü geliştirmenin en iyi, en doğal aracıdır.
-
Acı çekmeyince sorulması gereken derin soruları soramayız. Eğer acı çekmiyorsak,
-
hayatı yüzeysel bir şekilde yaşıyoruzdur; Epiküryen felsefesiyle yani kaygı yok, tasa yok
-
sahte bir hayat. Bir es verip neler oluyor diye düşünmeyiz. ‘Ben kimim?’ diye,
-
Bu ne demek?’ diye sormayız asla. ‘Tüm bunların amacı ne?
-
Bunların anlamı ne?’Acı çekmeyene kadar bu soruları sormayız.
-
Bu yüzden acı çekmek muazzam bir araç. İçgörüyü geliştirir.
-
Günümüzde her şeyi daha kötü hale getiriyoruz gereksiz yere. Gereksiz ıstıraplar icat ediyoruz.
-
Ben buna meta-acı diyorum. Meta acı kafanızın içindeki ‘ben’ den kaynaklanıyor,
-
‘sürekli acı çekiyorum, acı çekmemem lazım’’ diyen o küçük ‘ben’ den.
-
Bu, anında acıyı ikiye katlıyor. Zira şimdi doğal olan ve hayatınızın bir parçası olan
-
ve kaçınamayacağınız acıya ilaveten meta-acı var.
-
Doğayla savaş halinde olmaktan, yaşadığınız acıyla savaş halinde olmaktan kaynaklanan gereksiz acı.
-
Oyun, içgörüye, farkındalığa yol açan doğal bir süreçten, doğa vergisi önemli bir araçtan kurtulmak değildir.
-
Oyun, acıya karşı savaş açarak onu gereksiz yere büyütmemektir.
-
Acıya karşı direnci bıraktığımızda acı acı olmaktan çıkar.
-
Bizim yararımıza olan bir şeye dönüşür. Genellikle spiritüel ortamlarda
-
"olanı sevmek" ifadesini duyarız. Ne olursa olsun acıyı kabullenmek, sevmek mümkündür;
-
egosal tercihlerden vazgeçmeyi öğrenerek, ortaya çıkan acının aslında
-
yaşamla daha derin bağ kurnamıza yardımcı olan güçlü bir fenomen olduğunu anlayarak.
-
Olanla sakin kalarak, ego yapısında var olan direnç örüntüleri
-
arındırmaya başlarız. Bu bizi teslimiyet paradoksuna götürür.
-
Teslimiyet paradoksu, direndiğimiz şeyin büyüdüğünü fark etmektir.
-
Direnç egoyu güçlendirir aslında. Ego, dirençten başka bir şey değildir aslında.
-
Aydınlanma yolunda, şu ya da bu duyguyu hissetmemek gerektiği
-
fikrine kapılırız. Nefret veya öfke hissettiğimizde gerilediğimizi hissedebiliriz.
-
İnsan duygularının tümünün yaşanması gereklidir.
-
Paradoks şu ki, her duyguyu tam olarak kabul ettiğimizde, ona karşı direnci bıraktığımızda,
-
inançlarla dolu, yargılar ve tercihlerle dolu duygudan
-
saf bir hisse, yalın canlılığa dönüşür;
-
Değerlendiren, anlam yükleyen zihnin ötesinde olan saf bir duyumsamaya bu.
-
Zen'de bu konuyu anlatan ünlü bir hikâye var.
-
Bir keresinde bir öğrenci, bilgeliği ve sakinliği ile tanınan Zen ustası Tenzin'e
-
"Usta, eşiniz vefat ettiğinde üzüldünüz mü?" diye sorar. "Tabii ki üzüldüm,' diye yanıtlar Tenzin,
-
" Nasıl üzülmeyeyim ki?" Öğrenci şaşıkılıkla sorar, "Ama ben sizin bir Zen ustası olduğunuzu sanıyordum.
-
Bu tür duyguların ötesinde olmanız gerekmez mi?" Tenzin gülümseyerek nazikçe
-
cevap verir, "Ah, yanlış anladın. Üzüldüğümde,
-
üzüntüyü tam olarak hissetmek, derinden deneyimlemek için kendime izin verdim. Ve böyle yaparak
-
o anın gerçekliğini onurlandırdım. Sonra gökyüzünden geçen bulutlar gibi, hüzün geldi ve gitti.
-
Ama gökyüzü, varlığımın sınırsızlığı değişmeden kaldı.
-
Gerçeğe uyanışım tam olarak yüksek lisanstayken başladı.
-
Yaşadığım bir dizi kişisel deneyim beni epey zorlamıştı. Yaşamın, özellikle kendi yaşamımın
-
amacını ve anlamını sorgulamaya başladım. ‘Bütün bu yaptıklarımın ne anlamı var?’ diye sordum.
-
Uyanış deneyimim, herhangi bir şey olmadan sadece farkında olmaktan ibaretti.
-
Çok özgürleştiriciydi. Büyük bir rahatlama hissi oldu,
-
sanki büyük bir baskı altında olan bir şeyi serbest bırakmış gibi.
-
Hafifledim, canlandım. Tek hatırladığım sadece var olmaktı.
-
Tek olmak istediğim bu... sadece ol’mak. Özel bir şey yok. Benim için büyük değişim
-
diyorum buna. Beni gerçekten değiştirdi... Neredeyse "tümden" demek istiyorum ama...
-
gerçekten olayları nasıl gördüğüm ve deneyimleme şeklim, insanları nasıl gördüğüm,
-
insanlarla nasıl etkileşime girdiğim... ve yani şöyle söyleyeyim:
-
yaptığım her şeyde, söylediğim her şeyde ya da yaşadığım her şeyde, sadece farkındalık ifade buluyordu.
-
Özüm olan farkındalık ifade buluyordu. Yani o anda
-
veya herhangi bir anda ne söylüyor ne yapıyorsam olan tek şey farkında olmaktı
-
ve bu benimle kaldı. Ve doğasını ortaya koymaya devam etti.
-
Düşüncelerin akıp gittiğini görebiliyordum sanki ve yapılması gereken oluyordu,
-
eylem açığa çıkıyordu . Beden sadece rolünü yapıyor, eylemi gerçekleştiriyordu.
-
Daha önce böyle değildi. Daha önce bir şey düşünürdüm,
-
"Sanırım bunu yapmam gerekiyor" ve bu kişinin "ben" i bunu yapıyordu.
-
Hayır, şimdi olan yani, olmaya başlayan şey, ben sadece ol’uyorum.
-
Farkında oluyorum ve eylemler ortaya çıkıyordu ve dahası beden bir araçtı
-
ve ben o anda bedeni izliyordum. Beden, farkındalıkta açığa çıkan herhangi bir eylemi yerine getiriyor sadece
-
ve ben bir katılımcı ve gözlemciyim. Bence en güzel yanı bu.
-
Farkındalıkta seçenek diye bir şey yok. Gerçek Benlik seçimin ötesindedir. Bunu duyan kişi,
-
"Tamam, her şeyden vazgeçiyorum. Hiçbir seçim yapmayacağım" diyebilir.
-
"Gidip bir mağarada oturacağım, o kadar." Ve birçok insan bunu yaptı.
-
Fakat sorun şu ki, bu da bir seçimdir. Yani aslında şu anlama geliiyor: Seçimlerimi ve arzularımı
-
bastırmayı seçiyorum. Seçmemeyi seçen koşullanmış zihindir.
-
Hem seçmek hem de seçmemek, hepsi koşullanmış zihin boyutundadır.
-
Peki, öyleyse, o zihnin farkında olan kim ya da ne?
-
Uyanıştan sonra, koşullanmış benliğin hala en sevdiği çayı seçtiğini göreceksiniz.
-
Vücuduna iyi gelen sağlıklı yemeği de yiyecektir.
-
Artık seçim yapılmıyor değil. Pek çok seçim oluyor hala, her zaman açığa çıkıyor.
-
Ancak aradaki fark, "Benl" algısının bu seçimlere dahil olmamasıdır.
-
Zira "Ben" düşüncesi ortadan yok olmuştur.
-
"Ben" seçim yapmıyor-um, seçimi de bastırmıyor-um.
-
Şu halde uyanmak, egonun görünmez duvarlarını yıkmaktır,
-
bu zırhı yıkmak ve her şeyle ‘Bir’ olduğumuzu fark etmektir. Ve sonuç olağanüstü.
-
Çünkü öfke, acı, üzüntüden dolayı ıstırap çekmediğimizi keşfederiz ...
-
Yaşamı reddettiğimiz için acı çekiyoruz ve kendimizi yaşama açmayı, yaşamı kucaklamayı öğrenebiliriz
-
o zaman her an yaşamla bir oluruz, her şeyiyle, bilinçli olarak.
-
Acı çekmektense kendimizi iyi hissetmeyi tercih ederiz... Bu normal bir şey. İnsanda var olan bir şey,
-
normal Homo sapiens türünde, kendini kötü hissetmektense iyi hissetmeyi tercih eder.
-
Ve bilinçli olunca insan kendini gerçekten iyi hissediyor,
-
bunun farkına vardığımız zamanlarda, sanırım içimizde bir şey sıradan insan beynine kaydoluyor,
-
"Oh, sevdim bunu. Bu mümkünmüş demek." Ve bu his kendini besleyerek güçleniyor.
-
Uyanış yavaş yavaş aşamalar halinde gerçekleşebilir ya da radikal bir değişimle
-
aniden olur, bir anda kim olduğumuzu idrak ederiz, rüyadan uyanmış gibi oluruz.
-
Sanki tüm hayatımız boyunca hayali karakterimizin içinde uyuyormuşuz gibi.
-
Uyanık kalmak için benlik yapısının arınmaya devam etmesi gerekilir.
-
Tam olarak uyanmış olsak bile, tetikte olmak, bir sonraki düşünceye inanmamak,
-
bilinçdışı düşünceler ortaya çıktığında olanla sakin kalmak önemlidir.
-
Aksi takdirde, bilinçdışı zihin örüntüleri gerçeği gizleyebilir.
-
Bilinçdışı (bilinçaltı) şeffaf bir bilinçdışı haline gelmelidir.
-
Bilinçaltındakilerle yüzleşmezsek, spiritüel baypas olarak adlandırılan şeye düşeriz.
-
Spiritüel baypas, bazı bireylerin zaten uyanmış oldukları konusunda ısrar etme eğilimini ifade eder,
-
Bunu, zor duygularla yüzleşmekten, çözülmemiş psikolojik sorunlar veya gerçek yaşam
-
zorluklarıyla yüzleşmekten kaçınmak için yaparlar. Egosal zihin,
-
bir anlığına deneyimlenen uyanışı sahiplenip insanı o hakikat yerinden yaşamaktan alıkoyabilir.
-
Yatağımda oturmuş ertesi gün yaptıracağım mamografi testini düşünüyordum ve bu
-
her yıl yaşadığım aşırı kaygı yaratan bir deneyim haline gelmişti.
-
Bu kadar yoğun korkuyu hissetmekten yorulmuştum.
-
Ölmekten korkmaktan yorulmuştum ve yatakta oturuyordum
-
ve bir anda bu şeyi yarın ödüm kopmadan yapamaz mıyım diye düşündüm.
-
Ve bir düşünceydi bu, gerçekten, sadece bir düşünce ama birdenbire aslında bunu yapabileceğime dair
-
bir farkındalık dalgası hissettim. Ve bunu nereden bildiğimi bilmiyordum.
-
Az önce ne değişmişti bilmiyordum, ama bir şeylerin değiştiği kesindi. Ve şaşkına dönmüştüm.
-
Birdenbire bunun daha önce yıllarca yaşadığım o korkunç endişe dolu deneyimlerden farklı olacağını bildim.
-
Ve bu, mamografinin iyi çıkacağı anlamına gelmiyordu.
-
Bu meme kanseri olmadığım anlamına gelmiyordu.
-
Bu bana gerçekten tuhaf geldi. Şok oldum ve ayağa kalktım
-
ayağa kalktım partnerimin yanına gittim, bilgisayarıyla meşguldü. Sadece kapıda durdum
-
Nihayet yukarı baktığında orada olduğumu fark etti ve "Ne?" dedi.
-
Ve 'bir şey' dedim... 'Az önce bir şey oldu.' İlerleyen günlerde anlattım ona.
-
Yavaş yavaş fark etmeye başladım; bu, artık korkuyla yaşamıyorum gibi bir şey değildi sadece.
-
Kendimi huzurlu hissediyordum, her zaman sürekli yaşadığım stres yok olmuştu.
-
Zihnim sakinleşmişti. Ama hayatım aynıydı aslında.
-
Bir uyanış, bir aydınlanma yaşamış olduğumu aylar sonra anladım.
-
Anlamam gerçekten çok uzun zaman aldı. Tek bildiğim, artık eskiden olduğu gibi acı çekmiyordum.
-
Ve zihnim sakindi, o zamandan beri hala öyle.
-
Uyanışın kendisinin bir anısı olamaz. Sadece deneyimlerin ve olayların anısı vardır.
-
Anı varsa, zihinde bir direnç izi kalmış demektir.
-
Bu direnç işareti, "ben" düşüncesinin başlangıcı… orijinal tekrarıdır...
-
Uyanışın kendisi zihinde bir iz bırakmaz. Uyanış bir deneyim değildir.
-
Ezelden beri var olan farkındalık, şimdide kendine, gerçeğine uyanır;
-
doğrudan, hafıza ve zihnin filtreleri aracılığıyla değil.
-
Herhangi bir boyut, herhangi bir deneyim peşindeysek ve orada yaşamaya çalışıyorsak, onu kaçırmışız demektir.
-
Eğer gelip gidiyorsa, eğer şimdi ve burada değilse, o zaman bu bizim gerçek doğamız değildir.
-
Şimdi bir dakika ayıralım ve gerçek doğamızı keşfetmek için doğrudan doğruya sorgulama yapalım.
-
Doğrudan doğruya demek zihin yoluyla değil demektir. Zihnin ötesinde olanı, zihin aracılığıyla anlayamazsınız.
-
Dikkatinizi içinize kaydırın ve bu anın farkında olun. Farkındalığın kendisinin farkına varın.
-
Bu farkındalıkta ortaya çıkan düşünceleri, duyumları ve duyguları fark edin ve
-
içinde ortaya çıktıkları açıklığı da fark edin.
-
Bilinçaltından yukarı fenomenler çıkabilir: Düşünceler, anılar, hisler,
-
duygular, enerjiler. Doğal bir temizleme sürecidir bu. Sorgulama yaptığımızda
-
gerçekleşen doğal bir arınma süreci. Sadece açık olun, ortaya çıkan her şeye açın kendinizi.
-
Zihnin doğal halinde kalmaya izin verin kendinize,
-
kavramsal düşünmenin yarattığı sınırlanmışlıktan arınmış zihinde kalın.
-
Doğrusu, benim kendi uyanışım, iki aşama halinde gerçekleşti,. İkisi birbirinden tamamen farklı.
-
İlk bölümde yaşadığım değişime acı dolu bir yerden gitmiştim.
-
Derin bir ıstırap çekiyordum ve bunun düşüncelerle bir ilgisi olduğunu biliyordum.
-
Düşünme şeklimle, dünyayı algılama şeklimle,
-
kendimi algılama şeklimle bir ilgisi vardı. Ve bu, beni
-
düşüncenin doğasını doğrudan doğruya sorgulamaya götürdü. En önemlisi
-
düşünen sahsın doğasını; görünüşte bu düşüncelere tutsak kişinin doğasını.
-
Böylelikle doğrudan sorgulama sonucunda, düşünen kişi olduğum algısı yok oldu
-
ve düşünen kişi algısı yok olunca sanki tüm düşünce biçimleri anlamını yitirdi benim için.
-
O anda farkına varamadığım şey, düşünceler anlamsızlaşınca saf bir deneyimle,
-
sınırsız bilinçle baş başa kaldığımdı. Ve benim için bu son derece huzur vericiydi,
-
acılarımı muazzam bir şekilde hafifletti. Bu benim uyanışımın ilk bölümüydü.
-
O aşamada bile açığa çıkan netlik ve huzurun çok daha derin olabileceğine,
-
bununla daha derinlere inilebileceğine dair hiçbir fikrim yoktu.
-
Böylece birkaç günlük bir süre içinde, yaşadığım ilk anlık uyanış,
-
ilk derin, özgürleştirici ve hayret verici deneyim, insan boyutunun ötesine geçen
-
bir şeye dönüştü; Ben diyerek sahiplendiğim sınırlı formların hepsinin ötesine geçti.
-
Dünyayı gördüğüm sınırlı bakış açılarının tümünü aştı.
-
Bunların hepsi dağıldı. Geriye kalanı, su anda da olanı,
-
anlatmak, kelimelere dökmek son derece zor. Ancak,Ancak kitaplarla,
-
kendini bu konuya adamış insanlarla doğrudan etkileşim yoluyla
-
açığa çıkarılabilir ve eğer buna hazırsa ve kendini
-
araştırmaya adamışsa, o kişiye açıklanabilir.
-
Kimse size zihnin ne olduğunu, matrisin ne olduğunu veya ne olduğunuzu anlatamaz.
-
Sınırsız olanı, tarif edilemez olanı anlamak için
-
zihnin olağanüstü derecede sakin, duru ve hareketsiz olması gerekir.
-
Bu derin sükûnette, bu derin sessizlikte sonsuz bir şeyi keşfetme
-
olasılığı var, tüm sınırlarıın ötesinde ebedi olan bir şeyi.
-
Diyelim ki, bir metaforla anlatırsak, kafanız,
-
egonun kafası yaşam tarafından kesildiği zaman aydınlanma olur.
-
Açık ve net bir şekilde beden-zihin olmadığınızı gördünüz.
-
Beden-zihnin içinde bir varlık değilsiniz ama kafa hayat tarafından kesildi
-
ve hala tepeden aşağı yuvarlanıyor ve tepeden aşağı yuvarlanırken
-
beraberinde eski kalıpları, eski şemaları, eski bakış açılarını götürüyor,. Artık bunların
-
hiçbiri dikkatinizle beslenmiyor. Zira siz siz sadece tanıklık yapıyorsunuz, bütünlüğünüzü bozmadan gözlemliyorsunuz.
-
Ortaya çıkan o eski kalıpları bildiğinizi görüyorsunuz ama onlarla ilgilenmiyorsunuz.
-
Ancak, onlar ortaya çıkmaya devam ediyor, hala oluyorlar. Yani kafa tepeden aşağı yuvarlanıyor ama
-
belli bir noktada duracak. Zihin durulmuş, hareketlenme yok. Bundan böyle karma yok,
-
geçmiş karma işlemiyor artık. Arayıp bulmanız ve çözmeniz gereken
-
düşünce ıörüntüleri yok. Onlar gitti. Ve bu Moksha’dir, Kurtuluş’tur.
-
Bir açılma olduğunu gördüm, hala büyümeye devam eden bir açılma. Yaşama açtım kendimi. Hayatı bedenin içindeki bir kişi olarak değil,
-
sessizce, huzur içinde tanıklık ederek gözlemlemeye açtım kendimi.
-
Hayat anlardan, eylemlerden ibaret.,. Ancak bu eylemleri yapan yok.
-
Bir köpek havlıyordu... Olan, sessizliğin içinde bir havlamaydı sadece ya da biri yürüyordu
-
veya bedenim yürüyordu ama bu sadece yürüyüştü. Yürüyen biri yoktu.
-
Ve bununla beraber bazen hayatıma eşlik eden iç diyalog da sona erdi.
-
Böylece, hayatı deneyimleyen kişi olma düşüncesinin
-
dışına çıktığım anlar giderek daha da sıklaştı.
-
Ve bunlar olurken, düşündüğüm her şey, yaptığım her şey
-
farklı bir anlam kazanmaya başladı. Bütün dünya
-
bana karşı ya da hayat bana çok zor geliyor diye düşünmek, hayatımda bir değişiklik
-
olsun diye dua etmek yerine, kalbimi daha fazla açmaya, olan her şeyin daha yüce
-
bir amacı olduğunu görmeye başladım: Kalbimi daha çok açmak. Hayatı olduğu gibi kucaklamak.
-
Kaza ya da hata dediğim şeyler veya hoşuma gitmeyen şeyler,
-
bunların yanlış olmadığını görmeye başladım ve bana karşı olmadıklarını.
-
Aslında bağ kuramadığım daha derin bir gerçekliğe işaret ediyorlardı.
-
Böylece tüm dualar daha çok birer âmin oldu. Hayata güven.
-
Tüm istekler şöyle bir anlam kazandı: hayatta hala neleri reddettiğimi görmeme yardım et.
-
Kendimi hayatın akısına bırakmak, teslim olmak yerine daha nelere hayır diyor, acı çekiyorum,
-
görmeme yardım et. YaniBöylelıkle bir açılma oldu.
-
Ve kendimi daha çok açtıkça hayata bilinçli bir şekilde tanıklık anları arttı.
-
Uyanış bu açılmanınım sadece başlangıcıdır. Ve bu açılma hiçbir zaman bitmez.
-
Sonu olmayan bir açılma. Ve ne kadar çok olursa, hala zor olarak gördüğümüz,
-
korktuğumuz, kasıldığımız o kadar çok şey var demektir. Tıpkı trambolinde giderek daha yükseklere çıkmak gibi
-
daha yüce bir aşka doğru çıkmak gibi. Sevgi boyutuna, huzur ve şefkat boyutuna ve hepimiz onun içindeyiz.
-
İçinde olmadığını düşündüklerimiz bile. Hepimizi barındırıyor içinde.
-
Bilinç var, biliriz. Bunu kesin olarak biliriz.
-
Gerisi hep tahmin, Bilgilerimizden yola çıkarak yaptığımız tahminler. Belki çok iyi tahminler
-
ama yine de tahminler sonuçta. Bilinç, teori öncesi verilmiş tek doğa gerçeğidir.
-
Diğer her şey bilinç içinde ortaya çıkan teorik soyutlamalardır.
-
Bilinç, doğanın tek aksiyomudur (herkesin doğru olarak kabul ettiği).
-
Doğada varlığı kesinlikle mutlak olan tek şeydir. Ve sizi temin ederim ki,
-
fizik alanında, bilinç ile ilgili bilimsel araştırmalarda ortaya çıkan çıkarımlara
-
ve deneysel kanıtlara dayanarak, bilincin esas temel olduğu fevkalade olası
-
hale geldi. Bilincin ikincil veya beyin sürecinin yan ürünü olarak düşünülmesi,
-
her türlü çözümsüz soruna yol açar. Dolayısıyla,
-
bilincin doğanın tek temeli olduğu kabul edilmese bile en azından yapı taşlarından biri olarak almak için
-
mükemmel bir rasyonel ve deneysel neden vardır. Fizik temelde
-
algı bilimidir. Algıladığımız dünyanın örüntülerini ve bu örüntülerin
-
işleyişe uygunluklarını açıklamaya çalışır. Algının ötesini görmeye çalışmaz.
-
Fizikçiler teleskop, mikroskop, osiloskop ya da
-
aklınıza gelen her türlü ‘-skop’ kullansa bile, bu aletlerin çıktılarının hala algılanması gerekir.
-
Yani fizikteki her şey, deyim yerindeyse, algı paradigmasından süzülür.
-
Fizik bir algı bilimidir. Bunun doğal sonucu olarak,
-
fiziksel olanın ötesini veya maddenin ötesini görmek için herhangi bir girişimde bulunmaz,
-
çünkü fiziksellik ve madde, algıladığımız dünya için, algının içeriği için kullandıığımız kelimelerdir.
-
Yaşamı anlamak için kullanılacak araç yasamın kendisidir.
-
Hayatı anlamak için hayattan kopamazsınız. Anlamaya çalıştığınız şeyden kopamazsınız.
-
Yapacağınız şey, neler olduğuna dikkat etmek, nüansı yakalamaya çalışmaktır.
-
Kendinize sorun, "Bu ne hakkında? Bu neden oluyor?''
-
‘'Bu ne anlama geliyor?" Dünya hayatı, okunması ve anlaşılması gereken bir kitaptır.
-
Ancak daha az acı çekmek ihtiyacına- ve bu, anlaşılır bir ihtiyaç- o kadar odaklanıyoruz ki
-
kitabı okumayı hepten unutuyoruz. Dikkatimizi vermeyi unutuyoruz.
-
Kitabı çözmenin anahtarı kitabin kendisidir.
-
Hayat kitabını deşifre ederseniz, otomatik olarak daha az acı çekersiniz,
-
ama dikkatinizi vermezseniz eğer hayatın anlamını çözemezsiniz.
-
Hayatı anlamaya yarayan araç hayatın ta kendisidir.
-
Bütün büyük dinler, spiritüel gelenekler şu anlayış üzerine kurulmuştur:
-
Her birimizin içinde parıldayan sonsuz ve bölünmez bir gerçeklik,
-
“Ben" olarak deneyimlenen ve bize dünya olarak görünen bir “Ben" var.
-
Başka bir deyişle, herkesin ve her şeyin özünü oluşturan bir Benlik,
-
deyim yerindeyse herkesin ve her şeyin kaynağı olan bir varlık okyanusu var.
-
Herkesin ve her şeyin içinde yaşadığı ve içinde yok olup gittiği.
-
Ve bu, Varlığın birliğinin tanınmasıdır, özü itibariyle
-
tüm büyük dini geleneklerin temelinde yatan ilkedir.
-
İlk Hermetik ilke şudur: "Her şey zihindir, evren zihinseldir."
-
Nereye bakarsak bakalım gördüğümüz tek şey zihindir. Mevlâna’nın dediği gibi,
-
"Nereye baksam, O’nun yüzü var." İster mikro dünyaya ister uzayın makro kozmosuna bakalım,
-
yalnızca zihni buluruz. İşte insan nöronlarına ait bir görüntü
-
Evrende Karanlık Madde dağılımının simüle edilmiş bir görüntüsü.
-
The Millennium Run, evrendeki karanlık maddenin dağılımı ve evriminin bir temsilini oluşturmak amacıyla
-
süper bilgisayarlar kullanılarak Max Planck Enstitüsü tarafından yapılan bir simülasyondur.
-
Karanlık Madde, birbirine bağlı lifler ve düğümlerden meydana gelen
-
geniş bir Kozmik ağ oluşturur. Görsel olarak insan beyninde bulunan
-
nöronlar ve sinir yolu ile neredeyse aynı. Ve aynı örüntü
-
doğada her yerde bulunur. Buna Tek Zihin veya Tanrı ya da basitçe "var olan her şey" diyebiliriz.
-
Ve Tanrı olarak adlandırılan şey, dünya ötesi ve öncesi dışsal bir varlık değildir.
-
Tanrı, her birimizin içinde parıldayan, "Ben” olarak bildiğimiz özümüz,
-
ve bize dünya (hayat) olarak görünen varlıktır. O yüzden,
-
din dilindeki bu bakış açısından hareketle sunu söyleyebiliriz: Dünya Tanrı sözcüğünün, Logos’un görüntüsüdür
-
ve biz Tanrı'nın zihninin içinde O’nun birer parçalarıyız.
-
Öyleyse nasıl olur da tek bir evrensel öznellik alanı, tek bir evrensel bilinç,
-
çok gibi görünür? Çünkü ben senin düşüncelerini okuyamam,
-
muhtemelen sen de benimkini okuyamazsın. Andromeda Galaksisi’nde
-
neler olduğunu bilmiyorum hatta Çin'de de. Doğanın tamamını tümden deneyimleme özelliğimiz yok.
-
Peki, mademki bu tek zihinde böylesi sınırlama var
-
o halde nasıl çok gibi görünebilir? İşte tam da bunu yapan doğal bir süreç
-
biliyoruz sanırım. Psikiyatri'de buna kendinden ayrışma (dissosiyasyon) adı veriliyor. Bu,
-
tek bir zihnin görünüşte birden fazla ayrı farkındalık merkezine bölündüğü bir süreçtir.
-
Bunun için kesin ampirik kanıtlarımız var. İnsanlarla ilgili nörogörüntüleme çalışmalarından elde edilen kanıtlar bunlar.
-
Son zamanlarda, ayrışma ile ilgili net bir kavramsal açıklamaya yaklaşmaya başladığımızı düşünüyorum.
-
Bu açıklama, nörobilim ve bilinç alanında Bütünleşik Bilgi Teorisi adı verilen temel teoriye dayandırılıyor.
-
Dissosiyatif bir sınır oluştuğunda, bu dissosiyatif sınırın öteki tarafında
-
ne olduğunu sadece algı yoluyla görebilirsiniz.
-
Ve o zaman algıladığınız şey maddedir, fizikselliktir. Başka bir deyişle,
-
madde yani fiziksellik, dissosiyatif sınırın öte tarafından gelen
-
bilinçli bir sürecin bilinçli bir görüntüsüdür.
-
Bu süreçleri ister modern teoriler açısından tanımlayalım
-
ister beş skanda gibi eski modelleri kullanalım, önemli olan şu:
-
Genelde bilinçsiz olan bu süreçleri bilinçli hale getirmemizdir. Bilinçli hale getirildiklerinde,
-
benlik yapısındaki direnç düşer. "Ben" in bilinçsiz işleyişi
-
son bulur. Fiziksel bir beden olduğumuz algısı,
-
beden üzerinde oluşan duyumları fark ediş, nesnelerin ve olayların kavramsallaştırılması,
-
bunlara yönelik tercihlerle özdeşleşme ve tüm bunları izleyen
-
bir tanık olduğu hissi yok olur. Böylece bu zihin süreçlerinin hepsi ‘ben’ olmadan gerçekleşir.
-
Başka bir deyişle, ‘ben’ in işine son verince gerçekte ne ise o olmasına izin vermiş oluyoruz aslında.
-
Bu, hayata yüz çevirmek değildir. Tam aksine,
-
yaşama yakınlaşmak, yaşamla kurulan bağı derinleştirmektir.
-
Bilincin temel yapı olduğu ve fiziksellikten önce geldiği anlayışım,
-
yıllar içinde dünyadaki yaşam deneyimimi ve dünyada yaşayan bir insan olmanın
-
ne anlama geldiğini temelden değiştirdi. Benim için bu, yavaş yavaş oldu.
-
İlk başta sadece kafamda kavramsal bir anlayıştı
-
ve sonra bedenime indi ve duygularımı, hislerimi değiştirmeye başladı.
-
Her şeyi değiştiriyor. Dengeli ve doyurucu olduğunu düşündüğünüz hayati değiştirir,
-
uğruna çabalamaya değer dediğiniz hedefleri değiştirir,
-
benlik algınızı değiştirir, diğer canlılarla olan ilişkinizi değiştirir;
-
evet, her şeyi değiştirir. Statü, güç, para gibi kişisel hedefler, bunlar gitti.
-
“Hayatım aslında benimle ilgili değil, hiçbir zaman değildi ve asla benimle ilgili olmayacak.
-
Hayat sadece doğayla ilgili” farkındalığı ve
-
“Ben sadece doğanın yerel bir tezahürüyüm” anlayışı büyük bir rahatlamaya yol açar;
-
kişisel bazı hedeflere ulaşma ihtiyacıyla ve bu kişisel hedeflere
-
ulaşamadığınızda ortaya çıkan hayal kırıklığıyla gelen kaygı yok olur.
-
Bu tür şeylerin hepsi gitti. Şimdi Doğa'ya bir hizmet biçimi olarak yaşıyorum hayatı.
-
Doğa benim aracılığımla ne yapmak istiyorsa onu yapmaya açığım
-
Bu, köleymişçesine hizmete mecbur olmak gibi gelebilir kulağa ama öyle hissetmiyorsun.
-
Aksine kendini kişisel olarak mutlu etmek için ağır, boğucu bir sorumluluktan kurtulmuş, özgürleşmiş hissediyorsun.
-
Bu sorumluluk düşüncesi, insan zihninin sahip olabileceği
-
ve en baskı yaratan sorumluluktur. Hayatınızın sizinle ilgili olduğunu ve
-
bu nedenle mutlu olma sorumluluğunuz olduğunu düşünürseniz, başarısız olduğunuzda
-
bu sizin başarısızlığınız olur. Sonra pişmanlıklar başlar. Hayır, bu gitti. Yok oldu.
-
Hayatımda değişen şeylerden biri de bu. Daha derin bir gerçeklik anlayışı
-
empatinin, karşılıklı saygının, egosal olmayan amaçların ortaya çıkmasını sağlar.
-
Bağımlılık yapan davranış örüntülerinin azalmasına yol açar.
-
Hiç şüphe yok ki, insanların anlayışı daha derin ve bu anlayış
-
daha yaygın olsaydı, hayat kesinlikle daha güzel olurdu.
-
Dünyanın sorunlarının çözümü, sorunların gerçek kaynağını
-
yani sadece kendi çıkarları için çalışan egoyu fark etmektir. Egonun neyle meşgul olduğu
-
önemli değil; ister siyaset, ister din, ekonomi isterse eğitim olsun.
-
Ayrı bir "ben" olduğu düşüncesiyle -ki bu uyduruk, gerçek dışı bir düşüncedir- hareket ettiği sürece,
-
acı çekmeye ve ayrılığı sürdürmeye devam edeceğiz. Şu anda insanlık için tek çözüm
-
u-y-a-n-m-a-k-t-ı-r.
-
Budizm'de artık ayrı bir benlik algısı olmadığında ve
-
aynı zamanda Benlik ‘ten başka bir şey olmadığında, bu Nirvana’dır;
-
benmerkezci faaliyetin sona ermesi, yanılsamanın sona ermesi, rüya görmenin sona ermesi
-
ve yaşam rüyasındaki karakterden uyanmaktır.
-
Mukaddes Kitap, Söz’ ün ete kemiğe büründüğünü ve O'nu aramızda mesken tuttuğunu söyler.
-
Söz, derin anlama sahip eski bir kelime olan Logos olarak çevrilir genelde.
-
Logos sonsuzluk, Hakikat ve doğrudan vahiy ile ilişkilidir.
-
Tanrı'nın zihninin Logos veya Mesih Bilinci
-
veya Buda doğası aracılığıyla açığa çıktığı söylenebilir.